28 Haziran 2009 Pazar

İstanbul'un ölmeden önce görülmesi gereken 10 metaforu

ilk planda aklınıza o şehrin gezip görülmesi gereken yerleri gelmesin. Sultanahmet, Atakule, Kordon gibi turistik mekanlardan bahsetmiyoruz. Bizimki daha underground tadında, bazı insanların hiç tecrübe etmediği şeyler.

Ben aşağıdaki 10 maddenin tümünü tecrübe etmemiş bir insanın "İstanbul'da yaşıyorum" sözünü söylerken bir daha düşünmesi gerektiği kanısındayım. Tabi bu olmasını istediğimiz İstanbul değil olan İstanbul. "Bu mudur İstanbul?" soruları gelecektir mutlaka, söyleyeyim evet bu...En azından bir yönü tamamen bu. Her ne kadar bizi sinirlendirse de, kendisinden kaçırsa da. Ha bu aynı zamanda şehri Türkiye'nin en özgün şehri yapmıyor mu? Yapıyor tabi. Neyse Cihangir Sanatçılar Kahvesi'nde oturup, çıkardığı 3 şiir kitabı da satmayan şair gibi konuşmayayım da listeye geçeyim.


1-Eminönü yaya alt geçidi: Ortadoğu ve Balkanlar'da şöyle bir efsane dolaşır. Cengizhan Moğol istilası sırasında tüm Asya'yı yakıp yıktıktan sonra İstanbul'a dayanmıştır. Moğol ordusu şehri istilaya başlar, herkesi kılıçtan geçirirler. Derken Cengizhan zaferi elde edeceğine olan inançla ordusuna Eminönü yaya alt geçidinden 50 kuruşa yarım ekmek döner ısmarlar. Moğollar aynı gece zehirlenmeden dolayı 80.000 şehit verirler. Cengiz Han ordusunu bu topraklara uğramamak üzere geri çeker. Böyle bir yerdir işte Eminönü. Alt geçidindeki ter, sidik, Erol Taş'ı bile vejetaryan yapabilecek döner ve lahmacun kokusu, çarşının çıkışında Challenger Uzay Üssü'nün bile taklitlerini bulabileceğiniz, zabıta memurlarından kaçma eğitimini Usain Bolt'tan almış elektronik eşya satıcıları ve hemen yakınındaki Terry Gilliam filmlerinden çıkma otobüs durakları ile dünyada eşi benzeri bulunmayan bir bölgedir. Temmuz ve Ağustos sıcağında uğranılmaması tavsiye olunur.


2-Kabataş-Barbaros Bulvarı: Michael Schumacher bugün Formula 1 tarihinin gelmiş geçmiş en parlak pilotu olmasını bir tek şeye borçludur. Barbaros Bulvarı denen aşağı yukarı 1-2 kilometrelik yola. Yoksa motor sporları dünyasına birbirinden yetenekli Türk pilotlar kazandırmak işten bile değildi. Hiç unutmam Kabataş sahilde bulunan banka genel müdürlüğünden 18:00'da çıkar, Yıldız Teknik köprü çıkışına 19:15'te varırdık. O mesafeyi ben yürüsem taş çatlasa 45 dakikada yürürüm. Minibüs, belediye otobüsü, taksi, şahsi araçlar, bir dolu yaya, maç günleri, İnönü Stadyumundaki taraftar kalabalığı...Hele bir de Taksim tarafından gelen trafik ile birleşirse George Clooney "yok arkadaş 40 yıllık denizciyim böyle Perfect Storm görmedim ben" diye Sorbonne limanında kaynak ustası olur. Bunun bir de köprüye sapmayıp Levent'e devam eden versiyonu var. Dünyada ailenin ikinci ve üçüncü üyeleri bulunmayan tek hanedan burada bulunur. Levent hanedanı. Efsaneye göre ikinci ve üçüncü Levent, "Sanayi Mahallesi'nde inicem kaptan" diyip Ayazağa'ya kadar beleşe giden bir yolcu tarafından suikasta kurban gitmiştir.



3-500 T: Nasıl "300" filminin ismi 300 Sparta'lının Pers ordusuna karşı koymasından gelmektedir, efsaneye göre 500 T'nin ismi de Topkapı'da Bizans ordusuna karşı koyan 500 Tuzla'lıdan gelmektedir. Stan Lee ve Jack Kirby'nin X-Men çizgi romanındaki mutantların tasarımında bu hattın yolcularından yararlandığı hatta Wolverine karakteri için ense ve kulak altındaki kıllarını traş etmeyen bir biletçiden esinlendikleri söylenir. Hakikaten anlatılmaz yaşanır bir otobüs hattıdır 500T Tuzla-Cevizlibağ hattı. Gidiş dönüş sefer süresi için İETT'nin sitesinde 150 dakika yazar ama aslında yolculuk sırasında paralel evrenlere geçiş yaptığınızdan 150 ışık yılına eş değerdir. Otobüsün anti-aging'e, doğal bronzlaşmaya, kıl dönmesine, su çiçeğine iyi geldiği söylenir. Ama aynı ölçüde pazartesi günleri sabah 07:00 sularından binildiğinde intihara sürükleme gibi özellikleri de vardır. Hattın tüm duraklardan 5 dakikada bir geçmesine rağmen nasıl bu kadar dolu olduğunu Scully-Mulder ikilisi "The Topkapı is Out There" şeklinde açıklamışlardır.

4-Sahil Büfeleri: Sirkeci'deki bir büfeden ilk sosisli sandviç-limonata kombosunu yapmamın üzerinden aşağı yukarı 20 yıl geçti. Hala o sosisin ve limonatanın tadını aynen aldığım bir sandviç veya içecek içmedim. Gerçi limonata tarafına yaklaştığım oldu. Hollanda'da bir içecek firmasının çıkardığı portakal-mandalina karışımı bir meyve suyu var. Neredeyse tıpa tıp benziyor İstanbul büfe limonatalarına. Ben Hollanda'ya gelmeden önce hamburger 1 lira, sosisli 75 kuruşa satılıyordu en son şimdi ne oldu bilmiyorum. Biliyorsunuz bu büfelerin çalışanları dünya sosisli sandviç hazırlama süresinde rekoru ellerinde bulundururlar. Amerika'da elin hot dogcusu kırk saatte sosisi çıkarır, koyar bir de sosları falan sorar, ama Kadıköy sahil büfecileri örneğin böyle değildir. Ekmeği 0.01 salisede bölüp, sosisi 0.5 salisede ekmeğe koyar, salça sosunu 0.3, turşuları 0.9 saniyede ekledikten sonra müşterinin tipinden hangi sosları istediğini anlar ve 0.8 saniyede de operasyonu yapar. Gone In 2.51 seconds....hey yavrum hey

5-Yazıcıoğlu İş Hanı: Bundan 5 sene önce Disneyland'la yarışacak ölçüde bir eğlence mekanıydı Kadıköy sahildeki İş Hanı. Donald Duck hanın önündeki cd satıcılarını gelip görseydi, "belli ki bizden geçmiş ağa, neyse ördekli var mı?" diye yanaşırdı adamlara. Bir kere iş hanına giden köşeyi döndüğünüz anda at hırsızı tipindeki 4-5 kişilik bir ekip "abi film, program, oyun içeride abi", "film program, oyun, abi FIFA geldi", "abi vizyon filmler içeride abi" diye ilk manevrayı yaparlardı. Bir de bunların aynen Kadıköy büfecileri gibi insanın tipinden porno izleyip izlemediğini, izliyorsa da hangi tür pornoyu sevdiğini anlayan Jean Grey'in ikinci göbekten kuzenleri vardı ki ben şahsıma gelip doğrudan "abi Monica Sweetheart var, cam gibi" diye can evimden vuranı biliyorum. Sonra bu adamları hafiften asimile ettiler, şimdi bilgisayar satıcılarına girmek istemediğim doğrudan boş cd dükkanlarına girdiğim bir yer oldu. O boş cd dükkanlarındaki adamları görünce de gülesim gelir. Koskoca dükkan ortada bıyıklı bir tip, arkasında 100 bin tane korsan malzemesi.....

6-Akmar Pasajı: Türkiye'nin bilinen en ünlü dağ geçidi Zigana Geçidi'dir ama aslında coğrafya kitaplarını yazanlar Kadıköy Akmar Pasajı'na hiç uğramamışlardır. Akmar pasajı Kadıköy sahilini, aksiyonun en fazla olduğu yere bağlayan bir nevi Yıldız Kapısı'dır. İki kattan olurşur ki her iki katı da gezmek içni 1 gün ayırmanız lazımdır. Alt katta yurdum trend metalcilerinin takıldığı, zamanında kapısının önünde çekme kasetler satan bitli headbangerların bulunduğu şimdi bu yönde 2-3 dükkan kalmış bir tabloyla karşılaşılır. Bir de zamanında orada bir kafe vardı ki dışarıdan baktığımda Darren Aranofsky Requiem For A Dream'i orada çekti zannetmiştim. Basık, sigara dumanlı, kapkaranlık bir ortam ve kıllarını 3 ayda bir traş eden erkeklerle öpüşen sivilceli kızlar topluluğu. Üst katı ayrıca anlatmak lazım aslında. Orada yazar ismiyle kitap arayanlara çok gülerim. "Abdullah Çokbilen Edebi Metinler var mı?", "Cemalettin Kumcu Coğrafya 2 var mı"? "Tümay Matematik 6 var mı?", "Bir Hasan Karacadağ Korkusu var mı?".

7-Topkapı Sur-Kadıköy Hakan Sineması: Türk sinemalarında en uzun süre gösterimde kalan film Brave Heart'tır ki 152 hafta civarı aralıksız oynamıştır. Onu Tinto Brass'ın "Göz Zevki" filmi izler ki hatırladığım kadarı ile 104 hafta civarı oynamıştır. Hatta lise zamanında sınıf arkadaşlarımın bu filme 2 kere gittiğini bilirim. Sinemaya ayda bir giden lise gençliğini 2 kez aynı filme götürme başarısını gösterdiği için Tinto Brass'ın yeri gözümde apayrıdır. Bu şerefe de Kadıköy Hakan Sineması nail olmuştur. Kardeşi de Topkapı'da surlarının içinde yer alan efsane sinemadır. Bizans ordusunun 1453'te mağlup olma sebebi kannımca Fatih Sultan Mehmet'in gemileri karadan yürütmesi değil, ordunun Sur sinemasında 3 film birden seansında telef olmasıdır. Fatih, Osmanlı ordusuna surları ağır toplarla dövdürürken "Sur sinemasında bir çizik bile görürsem cülûs bahşişini unutun ulan" diyerek sinemaya verdiği önemi göstermiştir.

8-Laleli Bavulcular ve Tekstilciler Çarşısı: 6 aya yakın çalıştım Laleli'de. Yetti de arttı. Dünya tarihinde bu kadar birbirine zıt insan topluluğunu bir arada bulunduran bir mekan görülmemiştir belki de. Dükkana giriyorsun, karşında takkeli, sakalının pi sayısını 3.14 alan bir adam her cümlesini Bakara Suresi'nden alıntı yaparak bitiriyor, çıkıp 10 adım atıyorsun, turuncu ceketli bir herif yanına yaklaşıp "abi Rus, Moldova, Rumen var" diyor. Nasıl kültür şoku yaşamayayım? Zaten o çarşının tekstilcilerinin hepsini teker teker ziyaret etmişimdir işim dolayısıyla. Bir tanesinin "iyi durumdayız, çok şükür" dediğini görmedim. Hepsi ağlarlar, sızlanırlar, onlara göre Ruanda'daki Tutsi ve Hutu'ların durumu bunlardan iyidir, ama ne hikmetse "eee ne kadardır buradasınız?" diye sorduğunuzda "ben 18 senedir Laleli'deyim" diye cevap verirler. Ulan madem o kadar kötü durumdasın 18 sene nasıl kaldın bu mekanda. Hoş oranın Rumeni de böyle.

9-Tahtakale: Sunny, Yu-Ma-Tu, Sonya, Sanyo, Panasconic, Yamada, Telefonken gibi markaların pazar paylarının en yüksek olduğu bu elektronik eşya fuarı İstanbul'un bir nevi Silikon Vadisi'dir. Ömrünüz boyunca duyduğunuz "55 ekran televizyonu 30 milyona aldım", "150 tane boş cd'yi 2 milyona aldım", "3 kapılı derin donduruculu buzdolabını 50 milyona 12 taksite yaptım" gibi söylemlere inanmamazlık etmeyiniz zira hepsi tamamıyle doğrudur. Ancak Tahtakale'nin şöyle bir kötü yanı vardırki, satılan mal geri alınamadığı gibi satan şahsı da ikinci sefer yerinde bulmak mümkün değildir, zira büyük ihtimal Rusya steplerinde çalıntı mal ticaretine gitmiştir. Zaten malların etiketlerinde imal edilen ülkeleri gördüğünüzde kafanızda ulan "Vietnam savaştan sonra ne gelişti be" ifadesi oluşması mümkündür zira nerede bir gelişmemiş güneydoğu Asya ülkesi varsa mallar oradan gelir. "Made in Philippines, "Made in Indonesia", "Made in Myanmar", "Made in Swaziland"..."Abi Swaziland Afrika'da değil miydi?"....

10-Nevizade: Sanırım burayı anlatmaya pek lüzum yok. Ayrılmadan önceki son aylarda daha çok tünel tarafını tercih etmeme rağmen her zaman aklımızın köşesinde bir yerde kalmıştır bu mekan. Girişte barların bulunduğu mekana gidene kadar üzerinize sinen balık kokusu, ardından adım atamayacağınız sokakta yürürken yolunuzu kesen "terasımız vardır efendim" adamları, bira kokusu, sokaktan geçenleri kesen tipler, her masadan yükselen "abi Hande seni haketmiyordu zaten ya", "abi sevdim çok sevdim, kimseyi hakettiğinden fazla sevmeyeceksin", "beyler Venezuela'ya gidip kahve tarlalarında emekçi kardeşlerimle çalışacağım", "4 S abi 4 S hep diyorum", "anarkokapitalist söylemlerini yadırgadım, bence işçi sınıfının en önemli problemi Şolohov'un kitaplarında anlatılmıştır Toygar" ve benzer bir dolu söylem ile 7 gün 24 saat İstanbul'u İstanbul yapan bir mekandır Nevizade....Beyler dün ne içtik haaaaa ufff...4 tane bira içtim, üstüne Araf'ta 2 de tekila götürdüm...Süperdi ha...Şşşş nasıldı o İspanyol hatun...of of of


flying dutchman yazdı

Hiç yorum yok: