31 Ağustos 2009 Pazartesi

cc

there is no

There is no flag large enough to cover the shame of killing innocent people....

ingilizce bilmeyenlerler için;

There is no ; yok abicim öyle bişey
flag ; bayrak
large enough ; yeteri kadar büyük
to cover; örtmek
the ; dı
shame ; ayıp
of killing ; öldürmek
innocent; masum
people; insanlar
....

27 Ağustos 2009 Perşembe

Erol Evgin


Ayıptır söylemesi, dün akşam Moda Deniz Kulübünde 30 Ağustos zafer bayramı için hazırlanan
Erol Evgin konserine gittim.
Konser demek haksızlık olacaktır çünkü 2,5 saatlik bir stand-up gösterisiydi.

Fıkralar, hatıralar, şiirler ve taklitler...
nefes almaksızın, aralık vermeksizin...
Siz az önceki şarkının etkisinden kurtulmak istemez iken sizi yerlere yatıracak fıkralar ardı ardına gelince tam bir duygu bombardımanında kalıyorsunuz.

Şarkı aralarında kaytaran, şarkının çoğunu vokalistine söyleten
(bol eko'lu- cıs tak'lı) şarkıcılara seyrettirmek lazım bu sahne performansını.

Yıllar önce Plaza Hotel in barında sahneye çıkıyordu. Gitmeye yeltenip
yemeksiz kişi başı fiyatı 160 TL cevabını alınca vazgeçmiştik.

İyi ki de gitmemişiz, Açık havada, nefis deniz manzarası ve havası eşliğinde
Yemekli 2 kişi 100 liraya çıktık.
--çok cimri gördüm kendimi----


2,5 saat şarkı söylemeyip durmaksızın konuşabilmek ve seyirciyi avucunun içinden çıkarmamak nasıl bişeydir gördüm.
...İşte o geceden bir fıkra....

Temel yaşlı ama yatak performansı çok iyi birisine işin sırrını sormuş.
İyi dinle evladım demiş adam. Bu işin sırrı mısır ekmeğidir...
Temel hemen fırın a koşmuş
- 15 tane mısır ekmeği isteyrum
fırıncı;
- 15 tane yi ne yapacağusun ula taş gibi olur
Temel
- Uy! ula benim dışımda herkes biliyormuş.


Türkiye'nin Sinatrası.
Böyle bir sanatçıyı yetiştiren bir ülkede yaşadığım için ülkem ve ulusumla gurur duyuyorum.

Ömrüne bereket Erol...

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Emmy 2009 adayları

Emmy 2009 Ödüllerinin adayları açıklandı. 20 Eylül 2009'da 61. kez düzenlenecek törenin kategorileri ve adayları;


En İyi Drama Dizisi

* Big Love
* Breaking Bad
* Damages
* Dexter
* House MD
* Lost
* Mad Men



İyi Komedi Dizisi

* Entourage
* Family Guy
* Flight of the Conchords
* How I Met Your Mother
* The Office
* 30 Rock
* Weeds


En İyi Erkek Oyuncu (Komedi)

* Jim Parsons, The Big Bang Theory
* Jemaine Clement, Flight of the Conchords
* Tony Shalhoub, Monk
* Steve Carell, The Office
* Alec Baldwin, 30 Rock
* Charlie Sheen, Two and a Half Men


En İyi Erkek Oyuncu (Drama)

* Bryan Cranston, Breaking Bad
* Michael C. Hall, Dexter
* Hugh Laurie, House

* Gabriel Byrne, In Treatment
* Jon Hamm, Mad Men
* Simon Baker, The Mentalist

En İyi Kadın Oyuncu ( Komedi )

* Julia Louis-Dreyfus, The New Adventures of Old Christine
* Christina Applegate, Samantha Who?
* Sarah Silverman, The Sarah Silverman Program
* Tina Fey, 30 Rock
* Toni Collette, United States of Tara
* Mary-Louise Parker, Weeds

En İyi Kadın Oyuncu ( Drama )

* Sally Field, Brothers & Sisters
* Kyra Sedgwick, The Closer
* Glenn Close, Damages
* Mariska Hargitay, Law & Order: SVU
* Elisabeth Moss, Mad Men
* Holly Hunter, Saving Grace

brad pitt


Brad Pitt , "Wired" adlı dergiye pek bir acayip pozlar vermiş.

Genelde bu tip adamlar biz erkeklerin sinirini bozar; kıskanırız içten içe. Ama Brad Pitt için bu da mevcut değil. Tyler Durden etkisinden mi bilmem ama ben Brad Pitt'den nefret eden bir adam göremedim daha.




kimin aklından çıktıysa bu fikir , tebrik ediyorum kendisini. Zira Guitar Hero oynayan bir Brad Pitt'den sonra kendimizi artık o kadar da "NERD" hissetmeyeceğiz.




18 Ağustos 2009 Salı

Radikal


Dün Radikal gazetesinin 15.sayfasını görenler, olan biteni anlamakta zorlandı.
Yorum sayfasında "Spinoza: Hey, Or'da Kimse Yok mu?" başlıklı yazının başında yazarın editöre yazdığı not unutulmuş ve gazete o şekilde baskıya gönderilmişti. Gazete okurları daha yazıyı okumaya başlamadan karşılarında
"Hakan abi, bunu koyarsan tek koyarsın, koymayacaksan da sıradaki iki yazıyı beraber koyarsın..."
notu ile karşılaştı.

"Tashih, un cuvali gibidir ne kadar silkelersen silkele her zaman un dökülür" demişler.
isterse 100 farklı gözün kontrolunden geçsin derginin kapağında at nalı gibi hata çıkar bazen.
gazeteciliğin de cezası bu işte. geçmiş olsun

FEDERER'LER


Roger Federer, daha önceden söz verdiği üzere kızlarının ilk resmini facebook'tan sevenleriyle paylaştı.

WESTERN


Türü Anlamak için En iyi 10 Film;

1-Stagecoach (1939), John Ford
2-Once Upon A Time In The West (1968), Sergio Leone
3-Dollar Üçlemesi-A Fistful Of Dollars (19629, For A Few Dollars More (1965), The Good, The Bad And The Ugly (Sergio Leone)
4-Hih Moon(1952) Fred Zinnemann
5-Rio Bravo (1959) Howard Hawks
6-Unforgiven (1992) Clint Eastwood
7-El Topo (1970) Alejandro Jodoroesky
8-3:10 to Yuma (2007) James Mangold
9-The Virginian (1929) Raoul Walsh
10-Rio Grande (1950) John Ford

BOLT


Benim de arkamdan adı TYSON GAY olan bir zenci koşsa ben de 100 metreyi 9,5 saniyede koşarım.


9"95 Jim Hines (Usa), 14/10/68 a Città del Messico
9"93 Calvin Smith (Usa), 03/07/83 a Colorado Springs (Usa)
9"92 Carl Lewis (Usa), 24/09/88 a Seul
9"90 Leroy Burrell (Usa), 14/06/91 a New York
9"86 Carl Lewis (Usa), 25/08/91 a Tokyo
9"85 Leroy Burrell (Usa), 06/07/94 a Losanna (Svizzera)
9"84 Donovan Bailey (Can), 27/07/96 ad Atlanta (Usa)
9"79 Maurice Greene (Usa), 16/06/99 ad Atene
9"77 Asafa Powell (Jam), 14/06/05 ad Atene
9"74 Asafa Powell (Jam), 09/09/07 a Rieti
9"72 Usain Bolt (Jam), 31/05/08 a New York
9"69 Usain Bolt (Jam) 16/08/08 Pechino
9"58 Usain Bolt (Jam) 16/08/09 Berlino

14 Ağustos 2009 Cuma

12 Ağustos 2009 Çarşamba

Nil Karacahilgil


Başrahibin yanında bana "Hayyam bir sarhoş ve dinsizdi!" diye bağırdı. Bende şu cevabı verdim "Siz böyle demekle Hayyam'a hakaret etmiyor, tam tersine sarhoşluğu ve dinsizliği övmüş oluyorsunuz!"

Haberi okuyunca aklıma Semerkant'ta geçen o satırlar geldi. Nil Karaibrahimgil "
Neşet Ertaş'ı tanımıyorum " demiş. Siz böyle demekle Neşet Ertaş'ı küçültmüyor tam tersine kendisine müzisyen veya şarkıcı diyen birisi olarak kendi sığlığınızı ifşa ediyorsunuz der geçeriz. Neşet Ertaş'ın adını bile bilmeyen bir müzisyen, Yılmaz Güney'i tanımayan sinemacıdan, Necip Fazıl'ı bilmeyen şairden veya Kemal Tahir'den bihaber yazardan farksızdır benim gözümde. Kızacak birşey yok bunda. İstersen Zeki Müren'i de Sezen Aksu'yu da tanıma, kime ne?
Neşet Ertaş da zaten cevaben "Tanımak zorunda değil, gözlerinden öperim" demiş.

Ama bu cehaletin üstüne çıkıp "Ne var bunda, Neşet Ertaş beni tanıyor mu acaba? Ki kimse kimseyi tanımak zorunda değil! Ama olay nedeniyle sayemde Neşet Ertaş tanındı. Genç nesilden onu tanımayanlar vardı..." dersen hoop! derler adama, orada dur. Zaten sıçtın bari sıvamakta bu kadar ısrarcı olma. Buna en hafifinden haddini bilmezlik denir. Tanımıyorsan duyunca gider iki akıllıya bi deliye sorarsın kimdir Neşet Ertaş diye. Sonra çıkıp "Zeki Müren de bizi görecek mi?" tarzı saçma savunmalar yapmazsın. Hele hele SAYEMDE Neşet Ertaş tanındı gibi haddini aşan cümleler kurmazsın. Aslına bakarsan Nil başarılı ve sempatik biri ama ağızdan çıkan kulakta mola vermeyince o sempati zedeleniyor işte

Bu konuyu burada kapatıp başka bir mevzuya atlıyorum. Davut Güloğlu diye bir adam Hayko Cepkin'e "Korku filminden çıkmış gibi. Maymuna benziyor. Kedimi, köpek mi kesiyor belli değil. Bu ve bunun gibiler şaklaban" demiş. Biz de sen ve senin gibilerden tiksiniyoruz Davut Güloğlu.

Çapı orkid, soda reklamı yapmaktan öte olmayan Nil çıkıp önce Neşet Ertaş beni tanısın demeye getiriyor... Allah aşkına siz ne ayaksınız biri bana anlatsın? Aklım gidiyor bir sabah uyanınca Ajdar çıkıp Mazhar Alanson'u kaliteli müzik yapmaya davet edecek, Tayfun Güneyer çıkıp Zeki Demirkubuz'a sinemayı itin ayağına düşürmeyin dediğini duyacağız diye.


http://benaslindayokum.blogspot.com/ dan alınmıştır.
Neşet baba'nın cevabı şu şekilde olmuştur;

Bunda bir kötülük aramanın gereği yoktur. Ben yine gözlerinden öpüyorum o kızımızın. Hiç kimse tanımak mecburiyetinde değil, sevmek mecburiyetinde de değil. Aşk, irade, gönüller hoş olsun, sultan olsun. Gönüller aradığını da bulsun. Benim türkümün içinde de var. Ben yine sevgiler sunuyorum. Ben herkesi hoş görmek isterim. Hoş görülmesini rica ediyorum.

Kadına duyduğu saygıyı, “İki büyük nimetim var / Biri anam biri yarim / İkisine de hörmetim var / Biri anam biri yarim” dizeleriyle anlatan Ertaş, Karaibrahimgil’e kadın olmasından dolayı ayrı bir saygı duyduğunu belirtti.

11 Ağustos 2009 Salı

Elif Şafak / Gül bahçesi evlilik




Çoğu evli insanın zihninin çekmecesinde sakladığı bir defteri vardır.

Muhasebe ve muharebe defteri!

Tüm hatalar ve ihmaller, kusurlar ve eksikler satır satır oraya yazılır. Bakkal defterinden beterdir, evli çiftlerin gizli defterleri.
Hırpalanmış, sararmış sayfalar. Bir gün açığa çıkmayı bekleyen kargacık burgacık ve çapraşık notlar.

İnsanlığın icat ettiği en zor kurumdur evlilik. Aksini söyleyenlere sevecenlikle gülümse, ama sakın inanma.

Kırmızı-pembe bir gül bahçesidir ya evlilik, goncası kadar dikeni de boldur. Unutursan bunu, anında hatırlatır; dikenlerini batırıverir parmağına. Ve sen bu kadar uysal ve yumuşak, doğal ve parlak görünen bir bahçenin nasıl olup da böyle sivri ve sert, gölgeli ve köşeli çıkabildiğine hayret edersin içten içe.

Öğrenirsin. Öyle ya da böyle, er ya da geç, kurallarını öğretir evlilik.

Gül bahçesini gördüğü halde ortada hiç diken yokmuş gibi gülümseyenler, bu kurumu gereğinden fazla cicileştirip romantikleştirenler, ya "taze evliler"dir, ya da "gönüllü gafiller".

Bir labirent şeklinde inşa edilmiştir gül bahçesi. İç içe dönemeçler, çıkmaz sokaklar, beklenmedik sapaklar.... bilmece içinde bilmece... Saptığın her yol seni labirentin daha da içine sokar. Merkezine. Göbeğine.

Öyle bir hâl alır ki en nihayetinde, bu labirente ne zaman ve nasıl girdiğini bile hatırlamaz olur; geri dönüş yollarını hepten yitirip kaybolursun.

Bu arada "eski sen" en bekâr, en genç ve toy halinle labirentin dışında bir duvar dibinde sessizce bekler. Elinde solmuş beyaz çiçekler. Yüzünde mahzun bir ifade. Bekler ki hatırlayasın. Bekler ki geri dönesin. Bekler ama nafile....

Zira "dış dünya" diye bir ihtimal artık kalmamıştır labirentin içindekine.

İnsanlığın icat ettiği en karmaşık kurumdur evlilik. İpte canbazlıktır. Elinde mavi kurdelalı sırık, ince bir ip üstünde dengede durmaya gayret ederek yürürsün adım adım.

Hem böyle boncuk boncuk ter içinde dengede durmaya çalışmak hem de etrafa bir şey çaktırmamak zordur ki, hem de nasıl. İdare etmek sanatı üzerine kuruludur evlilik.

Kadın erkeği, erkek kadını, gelin kaynanayı, görümce görümceyi, aktörler aktörleri... idare eder. Tavizler, dengeler, sessiz sitemler. Birikmiş ama dışa vurulmamış öfkeler. Kabuk tutmuş yaralar. Azıcık kaldırsan kabuğun ucunu, tazeymiş gibi hemen kanar. İnce diplomasi, hassas terazi....

Bir gram kadının kefesine koyunca anında bir gram daha koymak lâzım erkeğin kefesine. Mutfakta yemek yapmak için kullanılan tüy gibi teraziler bile evliliğin terazisi kadar hassas değildir. Orada mikroorganizma günahlar tartılır.

Çoğu evli insanın zihninin çekmecesinde sakladığı bir defteri vardır. Muhasebe ve muharebe defteri! Tüm hatalar ve ihmaller, kusurlar ve eksikler satır satır oraya yazılır. Bakkal defterinden beterdir, evli çiftlerin gizli defterleri. Hırpalanmış, sararmış sayfalar. Bir gün açığa çıkmayı bekleyen kargacık burgacık ve çapraşık notlar.
Öyle zamanlar vardır ki dişe diş, göze gözdür evlilik. Hamurabi yasaları. "Madem sen bana bunu dedin, ben de sana şunu derim...." Beş gram bu kefeye, beş gram ötekine. "Sen benim annemi istemezsen ben de seninkini ötelerim..."

Evli olan bizler biliriz tüm bu ince ayarları. Bilir ama ne tuhaftır ki, bilmezden geliriz. Etrafımızdaki her bekâr kadın ve her bekâr erkeğe ısrarla evlilik propagandası yapar, illâ ki bir an evvel onların da başını bağlamak isteriz.

Zaman zaman işi iyice abartır; açık açık baskıda bulunuruz. "Ee yetti ama, sana da birini bulalım artık...."

Kaçınılmaz sondur: Bekâr birinin varlığı etrafındaki evlilere dert olur. Hiçbir bekâr insanın, böyle bir heyecan, azim ve tutkuyla kalkıp da, evli bir arkadaşının evliliğini sonlandırmak için uğraştığı görülmemiştir.

Halbuki evli çiftler nedense bekâr arkadaşlarını bir an evvel evlilik labirentine sokmayı üzerlerine vazife bilir. Adeta bekârlık denilen şey toplum ve çevre tarafından sonlandırılması gereken bir çocukluk hastalığıdır. Kabakulak ya da kızamık gibi bir şey... Hani bir dönem yakalanabilirsin. Normaldir. Ama bir an evvel iyileşsen iyi edersin....


Herkesin çiftler halinde dolaştığı, ilişkilerin kurumsallaştığı ortamlarda bekâr biri mızıkçının teki, düpedüz oyunbozucudur.

Bu yüzdendir ki evli çifler gönüllü çöpçatanlık büroları gibi çalışır. Komisyonsuz, bedelsiz haftada yedi gün, günde 24 saat, etraflarına hizmet verirler.

Hele öyleleri vardır ki işi gücü bırakır, hangi bekâr arkadaşını hangi bekâr arkadaşıyla tanıştıracağının çetelelerini tutar. Çevreyi genişletmek adayların sayısını artırır. Sırf bu yüzden kolay kolay arkadaşlık etmeyeceği insanlarla canciğer kuzu sarması takılanlar vardır.

Beğenilen bir aday çıkarsa hemen bekâr dosta haber verilir. "Biriyle tanıştık, harika, muhakkak tanımalısın...." Beriki yazık, "Gidin işinize kimseyle tanışamam, hem ben hayatımdan memnunum" diye bekârlığını savunmaya çalışır.
Başaramaz.
Mizansenler yapılır. Yemekler ayarlanır. Yapay randevular. İte kaka. İte kaka. Yeter ki bozulmasın gül bahçesinin itibarı. Kimse kalmasın duvarların dışında...

Oyundur ya, herkes bilir oyun olduğunu, gene de işte hevesle oynanır. Bu toplumda bekârlar özenle ayıklanıp tek tek avlanılır. Çocukluk hastalıkları geçmek zorundadır. Su çiçeğinden geriye en fazla belli belirsiz bir iz kalır.

Elimizde fenerler, yürüyoruz gül bahçesinin içinde.

Her şeye rağmen şikâyetçi değiliz. Artısı eksisinden fazla.

Gül bahçesi ne de olsa. Güzel manzara, hoş rayiha. Gene de bazen aklımıza esiveriyor. Efsanevi aşklar yaşamak istiyoruz içten içe. Rapunzel'in saçlarından büyülü kuleye tırmanmak ya da beyaz atlı prensin atının terkisine atlayıp doludizgin gitmek istiyoruz belirsizliğe.

Mutfakta tencere yemekleri yaparken, gözlerimizi kapatıp hayaller kuruyoruz. Dolmalarımıza pirinç ve tuz kadar içimizde ukte kalan aşkları da dolduruyoruz.

Akşam kocalarımız eve gelince "Eline sağlık hanım" diyor. "Ne var bunun içinde?" Gülümsüyoruz. Hayallerimizi kurumasınlar diye buzdolabı poşetlerine koyuyor, ağızlarını sıkı sıkı kapatıyoruz. Taze taze bekliyorlar buzluklarımızda.... Donmuş donmuş bekliyorlar.

Çelişkiler yumağı insan... çelişkiler yumağı her evlilik....
Bilmem ki buralardan geçip de dikeni de gülü de aynı anda hissetmeyen var mıdır bu kırmızı-pembe bahçede?


Elif Şafak

ara


kısa bir süre için turneye gidiyorum, ben
evde yokken aynama bakar mısınız






6 Ağustos 2009 Perşembe

futbol taraftardır.


Ben, uzun seneler önce, futbolun taraftar olduğuna inandım...

O maçı güzelleştiren, nefis bir stadyum, güzel bir zemin, iyi bir kadro, limonata gibi bir hava kadar, dolu tribünler oldu benim için...

Hatta tribünler olduktan sonra, onlar olmasa bile oldu zaman zaman...
Ben tribünde edinilen arkadaşlıkları,
o haftadan haftaya, 90 dakika için bir araya gelmeleri,
tribünde gülme krizine girmeleri,
devre arasında maç geyiği yapmaları,
kim var kim yok diye bakmaları,
tekrarı olmayan pozisyonu kaçırdığında yanındakine ‘Kim attı, kim attı?’ diye sormaları sevdim...

Aynı anlamsız tezahüratı, bir profesöre ve bir ilkokul mezununa,
bir üst düzey yöneticiye ve kapıcısına omuz omuza yaptıran neydiyse artık,
benim sevdiğim tam da oydu...
Soğuk havalarda tribünde bir avuç olmanın hissettirdiği ayrıcalığı sevdim ben...
Soğuktan donmaya ramak kala patlayan ve tek amacı bizi zıplatarak ısıtmak olan
“Çıldır, çıldır, çıldırmayan...” tezahüratını sevdim...

Hava ne kadar soğuk olursa olsun, tribünde hissedilen ‘Aslında o kadar da soğuk değil!’ duygusunu sevdim...
Yağmurda ıslandığını fark etmeden ıslanmayı, güneşte yandığını anlamadan yanmayı sevdim...

İlk defa çıktığı kız arkadaşını maça getirip, galibiyet sonrası tezahürat yapa yapa eve gittiği için kızı statta unutan salak tribün arkadaşımı sevdim...

Her maçı falancanın sağında filancanın solunda,
sezonlardır yıkanmayan kokuşuk (aka uğurlu) formasıyla seyretmezse o maçın kesin kaybedileceğine inanan naif erkekleri sevdim...
“Bu erkekler neden sadece statta naif?” diye düşünmeyi sevdim...

Gittiğimiz fasıllarda bazı şarkıların ‘orijinal’ versiyonunu hatırlamamayı,
büyük bir ciddiyetle, kimseye fazla çaktırmamaya çalışarak tribün versiyonunu söylemeyi sevdim...
Alelade bir şarkı radyoda çalarken içimden, sırf o şarkı bizim takım gol attığında statta çalan şarkı olduğu için kendimi ‘Gooool’ diye bağırırken yakalamayı sevdim...

Maç öncesi tahmini 11’ler yapmayı sevdim...

Maç sonrası ev yolunda maç kritiği yapmayı da...

Hagi’yi sevdim ben... Hooijdonk’u sevdim... Nouma’yı da...

Banu Yelkovan
Radikal

time a kapak olan türkler


mustafa kemal atatürk: 24 mart 1923 ve 21 şubat 1927
ismet inönü: 19 mayıs 1941
şükrü saraçoğlu: 12 temmuz 1943
adnan menderes: 3 şubat 1958
mehmet ali ağca: 9 ocak 1984
naim süleymanoğlu: 3 ekim 1988
tomates salçagil :25 agustos 2016

Aha da bu linkten sizde doğumgününüzde size kim kapak olmuş görebilirsiniz.
http://www.time.com/time/coversearch/

5 Ağustos 2009 Çarşamba

norah -şarabi- jones

I Don't Want to Get Over you

4 Ağustos 2009 Salı

3 Ağustos 2009 Pazartesi

paint it black' i cover'layan kişi veya gruplar














3 steps ahead
7 shot screamers
a night on xtacy
acid mothers temple
africa
after hours
angel blake
anti nowhere league
anvil
apocalyptica
astrovamps
at all cost
avengers
azucar moreno
bad dog boogie
band of susans
barons,the
bitch boys
bluebeard
bob dylan
brent truitt
burnin rain
butlers
caterina caselli
chalice
choro azul
chris farlowe
chris proctor
circle
colin of arabia
crocosmia
cure
darkseed
deadsy
deep purple
deep six
deranged
dominion
doors, the
dust of basement
earth crisis
echo and the bunnymen
ego 7
electroberlin
epsilon
eternal afflict
ethnomecanica
evan dando
extra medium
exuma
face to face
femmes de paris
fennesz
firewater
flamin' groovies
folkswingers
gabberboys
gabor szabo
german outlaws
glenn tipton
gob
godzina zero
grip inc.
guy mann dude
hayseed dixie
helf japanese
helloween
ian stuart
jad wio
jeff dahl
jesus & the gurus
jody grind
joe pass
jonny lang
joy of diseases
judas priest
kalan porter
karel gott
kazuhmiechokodama
kevin borg
kit clayton
krewmen
loren chasse
los mockers
los ratones
los ratones paranoicos
los salvajes
love sitars
marc almond
marduk
marilyn manson & incubus succubus
marilyn manson & hoar
masturb-8
mechanical moth
mephisto waltz
metallica
midlifecrisis istanbul
modettes
mp 185
nicotine
omega
os baobas
ottmar liebert
pascal comelade
philadelphia sound
popeda
quasi
rage
rage & lingua mortis orchestra
rammstein
reagle beagle
reeperbahn
rem
rolling stones
rufus zuphall
rush - sarstock
screaming dead
seventy sevens
sfl
sixth finger
skrewdriver
slapping suspenders
soulful strings
statemachine
steve bailey
stillupsteypa
taetre
the accused
the agony scene
the animals
the bastard sons of dioniso
the black dahlia murder
the bluegrass tribute
the doors
the feelies
the flatliners
the generators
the headcoatees
the lucky devils
the meteors
the quakes
the residents
the standells
the tea party
the unseen
the vines
thoushaltnot
tim ries
tracy lawrence
troum
trust
tube tech
type o negative
u2
u2 & bob dylan
utada hikaru
vanessa carlton
vicious rumors
visitor
vitamin string quartet
vnv nation
vox pop
war
wasp
white label
within temptation
yes - rick wakeman
you got me