30 Haziran 2009 Salı

nadirkitap.com


Her ne kadar neredeyse taban tabana zıt bir mesleğim olsada hep bir sahafın yanında çalışmak istemişimdir.

Kadıköy sahaflarının
(ve sayıca daha fazla olmalarına rağmen örğütlenemedikleri için onlara katılan Beyoğlu sahaflarının )
internet üzerinde oluşturduğu
nadirkitap.com benim yapmak istediğimle, yaptığım işi birleştirebilir belki...

Amaaan neyse boşverelim beni

sahafların o huzur veren kadın ve kahve karşımı kokusunun yerini tutmasa da bu sitede kendinize göre bişeyler bulacağınız kesin.

Sahaf başkadır, ikinci el kitap satan yer başkadır deyip ukalalığımı da alarak gidiyorum.

tişört


Sadi Güran ın tasarladığı tişörtleri bi görün derim ben

http://www.sadiguran.com/

fal


Faldan, bir otoriteden, deneyimli birinden beklediklerini bekliyorlar. Hayatları hakkında bir işaret umuyorlar. İlköğretimden beri birileri ona sürekli "şöyle yap, böyle yap" diyor, falcı da birşey söylüyor. Falcı da o otorite ihtiyacını karşılayan güçlerden biri. Tamamen otorite arama kaygısından kaynaklanıyor bu bence.

İnsan elbete otoritelere başvurabilir; psikologlara başvurabilir, büyüklerine danışabilir, bilim insanlarına sorular sorabilir, ama bunu fal yoluyla, büyü yoluyla yapmaya çalışmak, hayatımızın bütün problemlerini birilerine danışarak çözmeye çalışmak, bizi zavallı bir duruma sokar. Bu tip eğilimlerin artması bana korku veriyor. Falın daha hazini belki büyücülüktür.

Bunun nedeninin gençlerle yaşlılar arasında, bizim kültürümüzde her kültürden fazla olarak, uçurumun açılması olduğunu düşünüyorum. Genç bir insan belki babasıyla, annesiyle, eğiticisiyle konuşamadığı için gidip falcısıyla konuşuyor da olabilir. Bu, gençlerin içine düştüğü yalnızlıktan, zayıflıktan kaynaklanan bir şey.

Felsefe Prof. Ahmet İnam

aydın


.... yani bilge insan, hayatın içindedir. leman'ı, penguen'i okuduğu zaman esprileri anlar, mel mel bakmaz. yani ben bilgeyim,
bu adamlar ne biçim espri yapıyor, çok ayıp demez. son çıkan küfürleri bilir.
yeni küfürler üretir. yaşamdan tat almayı bilir ama bunu hiçbir zaman ayağa
düşürmez. ayağıyla yaşadığı yaşamı, yukarı çeker. o küfür ettiği zaman, küfür
onda besmele gibi bir şey olur.

Ahmet İnam

hayyam


cennette huriler varmış, kara gözlü;
içkinin de ordaymış en güzeli.
desene biz çoktan cennetlik olmuşuz:
bak, bir yanda şarap, bir yanda sevgili.

29 Haziran 2009 Pazartesi

U2 AVRUPA TURU


U2 30 Haziran'da 2009 Avrupa Turu'nu Barcelona'dan başlatıyor. İlk konserleri Nou Camp'ta. Sahanın ortasına 360 derecelik harika bir sahne kurmuşlar.Bono ve arkadaşları 22 Ağustos'a kadar 15 farklı şehirde konser verecek.

Takvimlerinde Türkiye durağı tabiki yok.
Bence Bono 'nun bu yaptığı insan haklarına aykırı....

yağmurlar / oktay rıfat


sonra yağmurlar başladı, gitti cambazlar,
silindi çadırların yazısı ovadan.
portakal rengi oğlan, mavi memeli kız,
n'oldu onlara! nasıl da böyle bittiler!
bir gülümseme kaldı duvarlarda yazdan,
ölü resimlerle savruldular sokakta.
yürümekten çok uçmaya yakın, güneşle
açıktı elleri. mahzun ve düşünceli,
hafif bir yaşama doğru ittiler bizi.
onlar ölçülü ve usta, biz dalgın, savruk,
düşleriyle geride. artık ne varsa boş,
ne varsa kirli, cıvık! bir düşman ordusu
gibi geçiyor üstümüzden, saçlarından

sürüyerek göçmen kuşları, yuvarlak, mor,
deniz gibi hoyrat, dağlar gibi görkemli
bulutlarıyla gök ve yağmurlar başladı.

hayırdır hesap mı soruyorsun?


cumhurbaşkanı abdullah gül'ün bir düğüne yetişmek için konyadan ankaraya geçerken şehirlerarası yolu kapattırması nedeni ile dinlenme tesislerinde bekleyen halkın trafik polisine yol neden kapalı demesinin üzerine polisin cevabı

28 Haziran 2009 Pazar

all star

Bir zamanlar 1 Mayıs

Geçen gün Bobiler ' de rastladım. İlk bakışta "montaj bu" dedim ama altındaki tamamen gerçek yazısına takıldı gözüm. İçimde yine de bir soru işareti olsa da epey ilginç bir foto olmuş. Yazılar tam okunmuyorsa ; yazılı olanlar soldan sağa : Şevki Yılmaz, Kadir Topbaş, İ.Melih Gökçek, Tayyip Erdoğan, M.Ali Şahin

The Basterds


Tarantino'nun son filmi Inglourious Basterds ın gösterim tarihi belli oldu 21 Ağustos. Tabi şanslı bir azınlık Cannes'da erkenden filmi görme şansına erişti. Dört gözle beklediğimiz filmde Pitt Nazi kanına susamış Aldo Raine adlı bir teğmeni canlandırıyor. Boynundaki yara izi dikkat çekici. Tarantino yaklaşık 10 yıldır üzerinde çalıştığı filminin bir savaş filmi olduğu kadar spaghetti western tadında da olacağını söylüyor. Yahudi-Amerikanlardan oluşan ve 'The Basterds' denen bu Nazi kafatası peşindeki tayfa, Tarantino'yu istediği kadar kana doyurur herhalde artık. The Basterds demişken; Eli Roth'un da kelimenin hakkını fazlasıyla verdiğini söylemek lazım. Kesinlikle zevk alır gibi.


İstanbul'un ölmeden önce görülmesi gereken 10 metaforu

ilk planda aklınıza o şehrin gezip görülmesi gereken yerleri gelmesin. Sultanahmet, Atakule, Kordon gibi turistik mekanlardan bahsetmiyoruz. Bizimki daha underground tadında, bazı insanların hiç tecrübe etmediği şeyler.

Ben aşağıdaki 10 maddenin tümünü tecrübe etmemiş bir insanın "İstanbul'da yaşıyorum" sözünü söylerken bir daha düşünmesi gerektiği kanısındayım. Tabi bu olmasını istediğimiz İstanbul değil olan İstanbul. "Bu mudur İstanbul?" soruları gelecektir mutlaka, söyleyeyim evet bu...En azından bir yönü tamamen bu. Her ne kadar bizi sinirlendirse de, kendisinden kaçırsa da. Ha bu aynı zamanda şehri Türkiye'nin en özgün şehri yapmıyor mu? Yapıyor tabi. Neyse Cihangir Sanatçılar Kahvesi'nde oturup, çıkardığı 3 şiir kitabı da satmayan şair gibi konuşmayayım da listeye geçeyim.


1-Eminönü yaya alt geçidi: Ortadoğu ve Balkanlar'da şöyle bir efsane dolaşır. Cengizhan Moğol istilası sırasında tüm Asya'yı yakıp yıktıktan sonra İstanbul'a dayanmıştır. Moğol ordusu şehri istilaya başlar, herkesi kılıçtan geçirirler. Derken Cengizhan zaferi elde edeceğine olan inançla ordusuna Eminönü yaya alt geçidinden 50 kuruşa yarım ekmek döner ısmarlar. Moğollar aynı gece zehirlenmeden dolayı 80.000 şehit verirler. Cengiz Han ordusunu bu topraklara uğramamak üzere geri çeker. Böyle bir yerdir işte Eminönü. Alt geçidindeki ter, sidik, Erol Taş'ı bile vejetaryan yapabilecek döner ve lahmacun kokusu, çarşının çıkışında Challenger Uzay Üssü'nün bile taklitlerini bulabileceğiniz, zabıta memurlarından kaçma eğitimini Usain Bolt'tan almış elektronik eşya satıcıları ve hemen yakınındaki Terry Gilliam filmlerinden çıkma otobüs durakları ile dünyada eşi benzeri bulunmayan bir bölgedir. Temmuz ve Ağustos sıcağında uğranılmaması tavsiye olunur.


2-Kabataş-Barbaros Bulvarı: Michael Schumacher bugün Formula 1 tarihinin gelmiş geçmiş en parlak pilotu olmasını bir tek şeye borçludur. Barbaros Bulvarı denen aşağı yukarı 1-2 kilometrelik yola. Yoksa motor sporları dünyasına birbirinden yetenekli Türk pilotlar kazandırmak işten bile değildi. Hiç unutmam Kabataş sahilde bulunan banka genel müdürlüğünden 18:00'da çıkar, Yıldız Teknik köprü çıkışına 19:15'te varırdık. O mesafeyi ben yürüsem taş çatlasa 45 dakikada yürürüm. Minibüs, belediye otobüsü, taksi, şahsi araçlar, bir dolu yaya, maç günleri, İnönü Stadyumundaki taraftar kalabalığı...Hele bir de Taksim tarafından gelen trafik ile birleşirse George Clooney "yok arkadaş 40 yıllık denizciyim böyle Perfect Storm görmedim ben" diye Sorbonne limanında kaynak ustası olur. Bunun bir de köprüye sapmayıp Levent'e devam eden versiyonu var. Dünyada ailenin ikinci ve üçüncü üyeleri bulunmayan tek hanedan burada bulunur. Levent hanedanı. Efsaneye göre ikinci ve üçüncü Levent, "Sanayi Mahallesi'nde inicem kaptan" diyip Ayazağa'ya kadar beleşe giden bir yolcu tarafından suikasta kurban gitmiştir.



3-500 T: Nasıl "300" filminin ismi 300 Sparta'lının Pers ordusuna karşı koymasından gelmektedir, efsaneye göre 500 T'nin ismi de Topkapı'da Bizans ordusuna karşı koyan 500 Tuzla'lıdan gelmektedir. Stan Lee ve Jack Kirby'nin X-Men çizgi romanındaki mutantların tasarımında bu hattın yolcularından yararlandığı hatta Wolverine karakteri için ense ve kulak altındaki kıllarını traş etmeyen bir biletçiden esinlendikleri söylenir. Hakikaten anlatılmaz yaşanır bir otobüs hattıdır 500T Tuzla-Cevizlibağ hattı. Gidiş dönüş sefer süresi için İETT'nin sitesinde 150 dakika yazar ama aslında yolculuk sırasında paralel evrenlere geçiş yaptığınızdan 150 ışık yılına eş değerdir. Otobüsün anti-aging'e, doğal bronzlaşmaya, kıl dönmesine, su çiçeğine iyi geldiği söylenir. Ama aynı ölçüde pazartesi günleri sabah 07:00 sularından binildiğinde intihara sürükleme gibi özellikleri de vardır. Hattın tüm duraklardan 5 dakikada bir geçmesine rağmen nasıl bu kadar dolu olduğunu Scully-Mulder ikilisi "The Topkapı is Out There" şeklinde açıklamışlardır.

4-Sahil Büfeleri: Sirkeci'deki bir büfeden ilk sosisli sandviç-limonata kombosunu yapmamın üzerinden aşağı yukarı 20 yıl geçti. Hala o sosisin ve limonatanın tadını aynen aldığım bir sandviç veya içecek içmedim. Gerçi limonata tarafına yaklaştığım oldu. Hollanda'da bir içecek firmasının çıkardığı portakal-mandalina karışımı bir meyve suyu var. Neredeyse tıpa tıp benziyor İstanbul büfe limonatalarına. Ben Hollanda'ya gelmeden önce hamburger 1 lira, sosisli 75 kuruşa satılıyordu en son şimdi ne oldu bilmiyorum. Biliyorsunuz bu büfelerin çalışanları dünya sosisli sandviç hazırlama süresinde rekoru ellerinde bulundururlar. Amerika'da elin hot dogcusu kırk saatte sosisi çıkarır, koyar bir de sosları falan sorar, ama Kadıköy sahil büfecileri örneğin böyle değildir. Ekmeği 0.01 salisede bölüp, sosisi 0.5 salisede ekmeğe koyar, salça sosunu 0.3, turşuları 0.9 saniyede ekledikten sonra müşterinin tipinden hangi sosları istediğini anlar ve 0.8 saniyede de operasyonu yapar. Gone In 2.51 seconds....hey yavrum hey

5-Yazıcıoğlu İş Hanı: Bundan 5 sene önce Disneyland'la yarışacak ölçüde bir eğlence mekanıydı Kadıköy sahildeki İş Hanı. Donald Duck hanın önündeki cd satıcılarını gelip görseydi, "belli ki bizden geçmiş ağa, neyse ördekli var mı?" diye yanaşırdı adamlara. Bir kere iş hanına giden köşeyi döndüğünüz anda at hırsızı tipindeki 4-5 kişilik bir ekip "abi film, program, oyun içeride abi", "film program, oyun, abi FIFA geldi", "abi vizyon filmler içeride abi" diye ilk manevrayı yaparlardı. Bir de bunların aynen Kadıköy büfecileri gibi insanın tipinden porno izleyip izlemediğini, izliyorsa da hangi tür pornoyu sevdiğini anlayan Jean Grey'in ikinci göbekten kuzenleri vardı ki ben şahsıma gelip doğrudan "abi Monica Sweetheart var, cam gibi" diye can evimden vuranı biliyorum. Sonra bu adamları hafiften asimile ettiler, şimdi bilgisayar satıcılarına girmek istemediğim doğrudan boş cd dükkanlarına girdiğim bir yer oldu. O boş cd dükkanlarındaki adamları görünce de gülesim gelir. Koskoca dükkan ortada bıyıklı bir tip, arkasında 100 bin tane korsan malzemesi.....

6-Akmar Pasajı: Türkiye'nin bilinen en ünlü dağ geçidi Zigana Geçidi'dir ama aslında coğrafya kitaplarını yazanlar Kadıköy Akmar Pasajı'na hiç uğramamışlardır. Akmar pasajı Kadıköy sahilini, aksiyonun en fazla olduğu yere bağlayan bir nevi Yıldız Kapısı'dır. İki kattan olurşur ki her iki katı da gezmek içni 1 gün ayırmanız lazımdır. Alt katta yurdum trend metalcilerinin takıldığı, zamanında kapısının önünde çekme kasetler satan bitli headbangerların bulunduğu şimdi bu yönde 2-3 dükkan kalmış bir tabloyla karşılaşılır. Bir de zamanında orada bir kafe vardı ki dışarıdan baktığımda Darren Aranofsky Requiem For A Dream'i orada çekti zannetmiştim. Basık, sigara dumanlı, kapkaranlık bir ortam ve kıllarını 3 ayda bir traş eden erkeklerle öpüşen sivilceli kızlar topluluğu. Üst katı ayrıca anlatmak lazım aslında. Orada yazar ismiyle kitap arayanlara çok gülerim. "Abdullah Çokbilen Edebi Metinler var mı?", "Cemalettin Kumcu Coğrafya 2 var mı"? "Tümay Matematik 6 var mı?", "Bir Hasan Karacadağ Korkusu var mı?".

7-Topkapı Sur-Kadıköy Hakan Sineması: Türk sinemalarında en uzun süre gösterimde kalan film Brave Heart'tır ki 152 hafta civarı aralıksız oynamıştır. Onu Tinto Brass'ın "Göz Zevki" filmi izler ki hatırladığım kadarı ile 104 hafta civarı oynamıştır. Hatta lise zamanında sınıf arkadaşlarımın bu filme 2 kere gittiğini bilirim. Sinemaya ayda bir giden lise gençliğini 2 kez aynı filme götürme başarısını gösterdiği için Tinto Brass'ın yeri gözümde apayrıdır. Bu şerefe de Kadıköy Hakan Sineması nail olmuştur. Kardeşi de Topkapı'da surlarının içinde yer alan efsane sinemadır. Bizans ordusunun 1453'te mağlup olma sebebi kannımca Fatih Sultan Mehmet'in gemileri karadan yürütmesi değil, ordunun Sur sinemasında 3 film birden seansında telef olmasıdır. Fatih, Osmanlı ordusuna surları ağır toplarla dövdürürken "Sur sinemasında bir çizik bile görürsem cülûs bahşişini unutun ulan" diyerek sinemaya verdiği önemi göstermiştir.

8-Laleli Bavulcular ve Tekstilciler Çarşısı: 6 aya yakın çalıştım Laleli'de. Yetti de arttı. Dünya tarihinde bu kadar birbirine zıt insan topluluğunu bir arada bulunduran bir mekan görülmemiştir belki de. Dükkana giriyorsun, karşında takkeli, sakalının pi sayısını 3.14 alan bir adam her cümlesini Bakara Suresi'nden alıntı yaparak bitiriyor, çıkıp 10 adım atıyorsun, turuncu ceketli bir herif yanına yaklaşıp "abi Rus, Moldova, Rumen var" diyor. Nasıl kültür şoku yaşamayayım? Zaten o çarşının tekstilcilerinin hepsini teker teker ziyaret etmişimdir işim dolayısıyla. Bir tanesinin "iyi durumdayız, çok şükür" dediğini görmedim. Hepsi ağlarlar, sızlanırlar, onlara göre Ruanda'daki Tutsi ve Hutu'ların durumu bunlardan iyidir, ama ne hikmetse "eee ne kadardır buradasınız?" diye sorduğunuzda "ben 18 senedir Laleli'deyim" diye cevap verirler. Ulan madem o kadar kötü durumdasın 18 sene nasıl kaldın bu mekanda. Hoş oranın Rumeni de böyle.

9-Tahtakale: Sunny, Yu-Ma-Tu, Sonya, Sanyo, Panasconic, Yamada, Telefonken gibi markaların pazar paylarının en yüksek olduğu bu elektronik eşya fuarı İstanbul'un bir nevi Silikon Vadisi'dir. Ömrünüz boyunca duyduğunuz "55 ekran televizyonu 30 milyona aldım", "150 tane boş cd'yi 2 milyona aldım", "3 kapılı derin donduruculu buzdolabını 50 milyona 12 taksite yaptım" gibi söylemlere inanmamazlık etmeyiniz zira hepsi tamamıyle doğrudur. Ancak Tahtakale'nin şöyle bir kötü yanı vardırki, satılan mal geri alınamadığı gibi satan şahsı da ikinci sefer yerinde bulmak mümkün değildir, zira büyük ihtimal Rusya steplerinde çalıntı mal ticaretine gitmiştir. Zaten malların etiketlerinde imal edilen ülkeleri gördüğünüzde kafanızda ulan "Vietnam savaştan sonra ne gelişti be" ifadesi oluşması mümkündür zira nerede bir gelişmemiş güneydoğu Asya ülkesi varsa mallar oradan gelir. "Made in Philippines, "Made in Indonesia", "Made in Myanmar", "Made in Swaziland"..."Abi Swaziland Afrika'da değil miydi?"....

10-Nevizade: Sanırım burayı anlatmaya pek lüzum yok. Ayrılmadan önceki son aylarda daha çok tünel tarafını tercih etmeme rağmen her zaman aklımızın köşesinde bir yerde kalmıştır bu mekan. Girişte barların bulunduğu mekana gidene kadar üzerinize sinen balık kokusu, ardından adım atamayacağınız sokakta yürürken yolunuzu kesen "terasımız vardır efendim" adamları, bira kokusu, sokaktan geçenleri kesen tipler, her masadan yükselen "abi Hande seni haketmiyordu zaten ya", "abi sevdim çok sevdim, kimseyi hakettiğinden fazla sevmeyeceksin", "beyler Venezuela'ya gidip kahve tarlalarında emekçi kardeşlerimle çalışacağım", "4 S abi 4 S hep diyorum", "anarkokapitalist söylemlerini yadırgadım, bence işçi sınıfının en önemli problemi Şolohov'un kitaplarında anlatılmıştır Toygar" ve benzer bir dolu söylem ile 7 gün 24 saat İstanbul'u İstanbul yapan bir mekandır Nevizade....Beyler dün ne içtik haaaaa ufff...4 tane bira içtim, üstüne Araf'ta 2 de tekila götürdüm...Süperdi ha...Şşşş nasıldı o İspanyol hatun...of of of


flying dutchman yazdı

tanrının doğumu

27 Haziran 2009 Cumartesi

yorum


Afyon Garındaki-Cemal Süreya...

Afyon garındaki küçük kızı anımsa, hani,
Trene binerken pabuçlarını çıkarmıştı;
Varto depremini düşün, yardım olarak Batı´dan
Gönderilmiş bir kutu süttozunu ve sütyeni.

Adam süttozuyla evinin duvarlarını badana etmişti,
Karısıysa saklamıştı ne olduğunu bilmediği sütyeni,
Kulaklık olarak kullanmayı düşünüyordu onu kışın;
Tanrım gerçekten çocukluk günlerinizde mi? ..

Eşiklere oturmuş bir dolu insan
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

Cemal Süreya



Afyon garındaki küçük kız trene ilk kez binmektedir. Bu nedenle nasıl davranacağını bilmemektedir. Acemidir. Öğretilmemiş, bir takım davranış kalıplarıyla koşullandırılmamıştır. Temiz bir beyaz sayfa gibidir… Ona göre kapalı bir ortama girerken ayakkabılar çıkarılmalıdır.
Ama şimdilerde bize sevimli bir müze kuşu gibi görünen kara tren, bir zamanlar devletin ta kendisiydi; ve şüphesiz çatık kaşlı kondüktörün huzuruna koyun mayısları bulaşmış bir pabuçla çıkılmazdı.


Yıllar önce Varto depremi çok yıkıcı olmuş ve dış ülkelerden de yardımlar gelmişti. Bizim insanımız “kır çiçeği” gibidir. Kendiliğinden oluşmuş, bu toprağın yetiştirdiği doğal renkleri ve güzellikleri taşır. Doğal sütü bilir, hem de ineğin memesinden emecek kadar ama süt tozunu bilmez… Memeyi bilir de sütyeni bilmez… Şehir insanının gözüyle olduça komik görüntüler oluşmuştur.

Anadolu’nun binlerce yıllık uygarlık geçmişi vardır. Basit bir iki “üfürükten yeniliği” bilmiyor diye bu insanları “ilkel” saymak mümkün değildir. Bu insanların öyle güçlü ve zengin bir duygu düşünce dünyası vardır ki.. öyle keskin zekası vardır ki… Asıl zenginlik ve güzellik bu’dur: Doğal güzellik! Kirlenmemiş ve işlenmeye hazır…

Tanrım gerçekten çocukluk günlerinizde mi? ..

Tanrı’nın bile insana en yakın olduğu dönem, çocukluk yıllarımızdadır… Tanrı oradadır. Bizler yaşadıkça kirlenir ve Tanrı’dan uzaklaşırız.

Anadolu’da insanlar, özellikle kadınlar kapı eşiklerinde otururlar. Hem evlerinin başında, hem de sokaktadırlar. O güzel; şairin ayrılmak, uzaklaşmak zorunda kaldığı ve şimdi aradan yıllar geçtikten sonra pişmanlık duyarak özlediği güzel, yani özlenen sevgili “oralarda bir yerlerde” kalmıştır.

26 Haziran 2009 Cuma

I'm bad


Kasetin hüküm sürdüğü seksenli yılların sonu, doksanların başları; cd player daha oldukça yeni bir alet, yabancı müzik kasetleri ülkemiz için oldukça pahalı, (bir türkçe kasedin 2,5 katı fiyatına) ama olsun, sadece bu herifin kasetlerine o para verilir deyip bütün albümlerini aldığımız yıllar.

Bu herif dediğim adamın ölümü ile benimde gençliğim öldü mü şimdi...



"zenci doğdu beyaz öldü" muhabbetini onu kötülemek için kullananlara vikipedi'den kapak geliyor:

michael jackson'da 1980'li yıllarda fiziksel değişiklikler görülür. kahverengi olan teninin açılarak beyazlaşması gibi bazı değişiklikler olmuştur. michael jackson'da vitiligo hastalığı vardır. bu hastalık dünya üzerindeki zenciler arasında milyonda bir oranında görülmektedir.Hastalığa ilk yakalandığı dönemlerde beyaz lekelerin oluştuğu bölgeleri koyu renk makyajla kapatmıştır. daha sonra hastalık sebebiyle vücudunun büyük bir kısmı beyazlayınca koyu bölgeleri de açık renk makyajla kapatmaya çalışmıştır. Hastalığın teşhisi kendisine ilk olarak 1981 yılında konmuştur. bu hastalık en çok yüzüne vurmuştur.

monoton bir gün daha


Olur mu anımsamamak Onaltıncı Louis´yi
14 Temmuz 1789 akşamı, Louis,
Şöyle yazmamış mıydı defterine:
´Bugün kayda değer bir şey yok..´

Justine Henin

tek güzel yaptığı işi yaparken . ...tek el backhand....


Belçikalı tenisci Justine Henin mayıs ayında tesisi bıraktığını açıkladı.
Bence sorun ailesel nedenlerden. Babası ile görüşmemesi, baba yerine koyduğu koçu ile evlenip ardından boşanması.Erkek kardeşinin trafik kazası. (bu nedenlerden dolayı 2007 de Avusturalya Açık a katılmaktan vazgeçmişti)


Tenis forumlarında tam anlamıyla kör ölür badem gözlü olur durumunu gözlemliyorum.

yok backhandlerini özleyecekmişiz
yok bu sene olsaydı seribaşlarının döküldüğü wimbledon ı kesin kazanırmış.
Yok bir tenis efsanesi olabilirmiş....

Kariyerinde hiç wimbledon kazanamamış, yılları williams kardeşlerden ayar yemekle geçen tenisin bu soğuk kızını bir türlü sevememiştim zaten. (yemin ederim tahta memeli olduğu için değil)

Hingis le beraber gitmeleri bence bayanlar tenisi için kayıp değil. Zaten bu boyla pek şansları yoktu.Sadece tek el backhandleri ile çok zor.

Bu arada bırakırken yaptığı basın toplantısındaki açıklama kanımı dondurdu.

"25 yaşındayım ve 20 yıldır tenis oynıyorum.Artık kendime zaman ayırmak istiyorum."

20 yıl mı... yuh !

25 Haziran 2009 Perşembe

ömrü ve ölümü kılavuz adam!

işte bunun için Beşiktaş'lıyız...
4 yıl oldu mu ya?

baba


Fotoğrafı Fransadan Jean-Marc Bouju çekmiş ve 2003 yılında "World Press Photo" ödülünü almış.

Başına çuval geçirilen Iraklı esir babanın, kelepçeleri kesilip yanında korkudan çığlıklar atan küçük oğluna sarıldığı anda deklanşöre basarak zamanı durduran Bouju, tüm bunlar yaşanırken 4 yaşındaki kızı Lauren"i düşünüyormuş.



Amerika Seattle"de ailesi ile birlikte yaşayan Bouju, kızı Lauren"e doyasıya sarılıyor. Iraklı baba ve oğlunun ise akıbeti bilinmiyor

istanbul


Bu istanbul ne garip memleket yaa.Dün gece Cemile Sultan yalısının havuz başında film gösterimine katıldım.

Yol boyunca cehennemin dibini yaşar iken, 1 saat sonra yalının bahçesinden boğazın en güzel manzarası sanki bir rakı sofrası gibi ayaklarımın altındaydı.

Ne biçim bi sevgilidir bu yarabbim. Gitsen gidemiyor sevsen sevemiyorsun.

Galiba biz Türkler aşkı böyle yaşamayı seviyoruz.

İlişki (ler) !





New York Times uzmanlara sorarak bir sürü maddelik bir uzun ilişkilere başlama rehberi yayınlamış, kısaltılmış şekli aşağıdadır efenim....

* Birbirinizin borçlarınızdan, ipoteklerinden, önemli taksitlerinden kısacası mali sorumluluklarından haberdar mısınız? Ayrıca para harcama eğilimleriniz uyuyor mu. (Eğer biriniz günlük yaşamayı seven, diğeriniz daha tutumlu ve uzun vadeli düşünen biri ise büyük çatışmalar sizi bekliyor demektir.)

* Sağlığınız konusunda eşinizden sakladığımız önemli bir konu var mı?

* Birbirinizin arkadaşlarını seviyor musunuz ya da pek sevmeseniz bile saygısız davranmamayı becerebiliyor musunuz? (+ Bu soruyu aile fertleriniz içinde düşünün.)

* Cinsel konularda anlayışınız uyuyor mu? Ona, varsa tabularınız, ihtiyaçlarınız, olmazlarınız, korkularınızdan bahsettiniz mi? Ayrıca bakirelik takıntısı olan kişilerde bu maddeye bakirelik ve evlenmeden önce seks maddesi eklenebilir tabi.

* Çocuk yapma & yapmama ya da bunun zamanlaması planlarınız uyuyor mu? Çocuk düşünüyorsanız ona ne tür bir dini eğitim vereceğinize karar verdiniz mi? Dinsel anlayışlarınız uyuyor mu? (özellikle farklı dinlerden çiftler için bu çok önemli).

* Birinizin işi gereği şehir/ülke değiştirmemiz gerekirse ne yaparsınız? (Belli bir yaşın altındakiler buna askerlik konusunu da ekleyebilirler)

24 Haziran 2009 Çarşamba

La Marche Turque Jazz / Fazıl Say _Mozart


Rivayet odur ki Mozart abimiz viyana kuşatması sırasında mehter takımından oldukça etkilenmiş.
Nasıl etkilenmesin her bir mehter takımında bir tane olan kös' den yüzlercesini düşünün....

Başarısız kuşatmadan sonra koca davulları zilleri allahın viyanasından istanbul taşınmaz şimdi demişler,
böylece Avrupa klasik müziği davul ve zille tanışmış.Rondo alla turca da bu enstrumanlarin ilk kullanildigi esermiş. Mozart önceleri cok elestri almis (kesin Fransızlar eleştirmiştir) ve bu enstrümanlarin müzigin estetigini bozduğu iddia edilmis.


Orkestralarda vurmali çalgilar kesimine "turk kesimi" denirmis. Hatta, o zamanlar yapilan piyanolarda "turk pedali" denilen bir pedal varmis, bu pedala basinca bir cekic bir zile veya davul benzeri bir enstrumana vururmus. bircok yorumcu mozart'in Turk marsi'ni calarken mehter etkisini guclendirmek icin bu pedali kullanirmis


Ben size Fazıl abinin jazz versiyonunu bıraktım.

Önceleri böyle karışık kuruşuk bende çalarım diye mavra yapıyordum ama dinleye dinleye bu hali daha çok hoşuma gitmeye başladı.

Meğer asıl mavrayı Igudesman & Joo yapıyormuş...

aşk

AŞK'ın ise hiçbir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur.
Başlı başına bir dünyadır aşk.
Ya tam ortasındadır, merkezinde, ya da dışındasındır, hasretinde…



Bila noksan, eksiksiz bir hayattır sürdüğün.

Ya da öyle sanırsın.

Alışkanlıklara ayak uydurur, tekrarlara kapılırsın.

Şimdiye değin nasıl yaşadıysan, gene öyle yaşayacaksın sanırsın.

Sonra beklenmedik bir anda biri çıkar gelir.

Etrafındaki kimseye benzemez.

Kendini bu yeni insanın aynasında görmeye başlarsın.

Var olanı değil, sende eksik olanı gösteren sihirli bir aynadır o.

Ve sen bunca zaman aslında hep bir eksiklik duygusuyla yaşadığını, bilmediğin bir şeye hasret çektiğini anlarsın.

Şamar gibi iner hakikat suratına. Sana içindeki boşluğu gösteren bu kişi bir pir, üstad, arkadaş, yoldaş, eş ya da bazen bir çocuk olabilir.

Önemli olan seni tamamlayacak ruhu bulmandır.

Her peygamberin verdiği öğüt aynıdır: SANA AYNA OLACAK İNSANI BUL!................

kim şems-i tebrizi gibi bir yoldaş istemez..........

ve AŞK'ı....................

bilge


Benim dedem söylediklerine göre bir köy bilgesiymiş.

Yatağında geçirdiği son 8 ayında ondan helallik almaya gelen herkes hayatla ilgili çok önemli özlü sözler alır giderlermiş.

Ben hayatım boyunca topu topu 5-6 kere gördüm kendisini.

Bir keresinde bana " insan ya sanatkâr olacak yâda sabahatkâr olacak " demişti.


12 yaşımda bunun içeriğini anladığımı düşünüyor olacağım ki aklımdan çıkmamış bu söz.
ama her 10 yılda bir yeni anlamlar yüklüyorum.

Tanrının bana sanatla ilgili hiç bir yetenek vermediği su götürmez bir gerçek.
Ara sıra kontol ediyorum ama her seferinde bu gerçeği kabul etmek zorunda kalıyorum.

Hayatımda çalışmaya motive olmakta zorlandığım her seferinde bu sözü hatırlar ve işime daha fazla çaba göstermeye çalışırım. (Ama tanrıya bu cimriliğin sebebini mutlak soracağım.)

Bir de ne büyük bir aydından faydalanma şansını kaybetmişim onun pişmanlığı içindeyim (umarım aynı şeyi babamı kaybettikten sonra da hissetmem)

Sanatın ve sanatcının dostu tomates yazdı.

Olympiakos Gate 7


gördüğüm en iyi tribün fotoğrafı

Aşk

"Aşksız olma ki ölmeyesin. Aşkla öl ki diri kalasın." demiş
Mevlana.

23 Haziran 2009 Salı

mavi gözlü dev, minnacık kadın ve hanımelleri / NHR



o mavi gözlü bir devdi.
minnacık bir kadın sevdi.
kadının hayali minnacık bir evdi,
bahçesinde ebruliii
hanımeli
açan bir ev.
bir dev gibi seviyordu dev.
ve elleri öyle büyük işler için
hazırlanmıştı ki devin,
yapamazdı yapısını,
çalamazdı kapısını
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan evin.

o mavi gözlü bir devdi.
minnacık bir kadın sevdi.
mini minnacıktı kadın.
rahata acıktı kadın
yoruldu devin büyük yolunda.
ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
girdi zengin bir cücenin kolunda
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan eve.

şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
bahçesinde ebruliiiii
hanımeli
açan ev.

NHR

Kadınlar / Cahit Kulebi

Neden kadınlar böyle sıcak?
Neden kadınlar böyle taze?
Yaz gelince basmalar giyerler
Sade.

Ben yine çocukları severim
Bütün kadınlardan ziyade.

Refik / Gevende


Gevende'yi dinliyorum gözlerim kapalı...
http://www.myspace.com/gevende

Ederlezi / Goran Bregovic


Ederlezi goran, ederlezi
Kızların ağıtlar düzerken bosna yaylalarında,
Acıya bulanmıştı şenlikleri,
Ederlezi yine gelmişti her sene geldiği gibi,
Ne bilsin burada yetim kızlar var
Bu sene ederlezi babasız kalmıştı
Yetim kızların yürekleriydi gelen.

Sarı saçları mavi gözleriyle,
Gökyüzü bile özenirdi güzelliklerine,
Deniz utanırdı mavisinden,

Cenazelere uğurlanmıştı ederlezi,
Şurada yatan kefensiz, babalarımızdı
Boşnak kızları goran'ın,
Yetimdi sarıları, yetimdi mavileri.

Ah ederlezi, niye geldin bu sene
Bilmez misin, buradaki kızlar yetim
Şurada yatan babalarımızdı, kefensiz
Yaslar bağladı sarı saçlarımız
Babasızdı mavi gözlerimiz
ve goran, haykır yine bosna dağlarına
ederlezi kızlarım, ederlezi

vera 'ya


vera eve döndükten sonra aylarca hiçbir şeye dokunamadı.sonraları evin kıyısında köşesinde kendisine bırakılmış hediyeler bulmaya başladı.işli terliklerin içine,eski bir şapka kutusuna veya kitap ciltlerinin arasına gizlenmiş bu hediyelerin yanında küçük,dokunaklı,komik notlar vardı.kiminde yaşgünü tebrikleri,kiminde hasret satırları,kiminde sevgi dizeleri...bu notlardan birinde şair,'şehrime ulaşamadan bitirirken yolumu,bir gül bahçesinde dinlendim,senin sayende' diyordu.bir başka nottaki 8 dize ise nazım hikmet'in son şiiri olarak geçti tarihe...

vera'ya

gelsene dedi bana
kalsana dedi bana
gülsene dedi bana
ölsene dedi bana

geldim
kaldım
güldüm
öldüm"

can dündar'dan alıntıdır.

Steven Spielberg

Steven Spielberg'in Carrie Fisher ile birlikte bir davette....
Bütün karizma sakaldaymış meğer...

Tarantino


Inglourious Basterds'in Cannes'daki gösterimi yapıldı... Özellikle genç blog yazarları filmi sevinç çığlıkları ile karşılarken, eleştirmenler filmi anlatmak için "Bir başyapıt olmasa da Tarantino'nun Pulp Fiction'dan beri en iyi filmi" sözlerini kullandılar... Şimdiye kadar okuduğumuz tek olumsuz eleştiri, filmde çoook fazla diyalog kullanıldığı yönünde...

blindness

ben pek anlamam ama sinematografik açıdan ders gibi bir filmmiş
ben nedense niye o şartlar altında tutulduklarına takıldım kaldım.
julianne moore un performansını takdir etmeyen kör olsun...


22 Haziran 2009 Pazartesi

güzel anılar gibi güzel


durakta üç kişi
adam ,kadın ve çocuk

adamın elleri ceplerinde
kadın çocuğun ellerini tutmuş

adam hüzünlü
hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü

kadın güzel
güzel anılar gibi güzel

çocuk
güzel anılar gibi hüzünlü
hüzünlü şarkılar gibi güzel

sepettopu milli takımımız


PG(Point Guard): Kerem Tunçeri - Ender Arslan - Engin Atsür
SG(Shooting guard): Ömer Onan - Sinan Güler - Evren Büker
SF(Small forward): Hidayet Türkoğlu - Bekir Yarangüme
PF(Power forward): Ersan İlyasova - Kerem Gönlüm - Cevher Özer - Barış Hersek
C(Center): Ömer Aşık - Oğuz Savaş - Semih Erden - Fatih Solak - Cemal Nalga

Türkiye tarihinin en geniş "yetenekli oyuncu havuzu"ndan çıkardığımız kadro yukarıdaki. Kadro dışı kalanlardan şöyle bir ekip kurmak gerekirse:

PG: Tutku Açık - Hakan Köseoğlu
SG: Serkan Erdoğan - Cenk Akyol
SF: İbrahim Kutluay - Ersin Görkem
PF: Mirsad Türkcan - Kaya Peker
C: Mehmet Okur - Ermal Kurtoğlu

Babalar günümüz kutlu olsun

Her ne kadar babalar günü, kapitalizmin bizlere dayattığı bir tırı vırıysa da
eğer bu günü kutlayacak bir kulüp varsa o da Baba Hakkı'ların, Baba Recep'lerin ve son olarak (çok babasın) Bobo'nun top oynadığı Beşiktaş'tır.
Babalar günümüz kutlu olsun hepimizin.

21 Haziran 2009 Pazar

Usain Bolt


Usain Bolt'un kastığı nadir anlardan biri.

Artur Miller'in Zülfü Livaneli'ye anlattığı bir hikaye;



İş Bölümü

Yıllar önce Artur Miller uçakla Amerika'nın Batı kıyısından doğu kıyısına uçuyormuş.Yanında da tanımadığı bir adam oturuyormuş.Büyük çölün üstünden geçerken adam Arthur Miller'e dönmüş ve ''Beyefendi''demiş, ''Bakın ne kadar yazık ouyor.Koskoca çölde hayat yok.Oysa bu kadar geniş bir alanda yüz binlerce kişi oturabilir,iş bulabilir ve tarım yapabilirdi.Gerçekten çok yazık.''Arthur Miller okumakta olduğu kitaptan başını kaldırmış ve ''iyi ama''demiş.''Bu çölde su yok ki!Adı üstünde çöl işte.Su olmayınca hayat nasıl olabilir?'' Adam kurnaz kurnaz gülümsemiş.''Siz öyle sanıyorsunuz'' demiş,''Yerin yüzlerce metre altında müthiş bir su rezervi var.''Bu sefer Arthur Miller iyice ilgilenmiş.Çünkü anlamış ki adam konunun uzmanı.''Peki o suyu çıkarmak imkansız değil mi?'' diye sormuş.''Hayır''diye yanıt vermiş adam.''Orta şiddette bir nükleer patlamayla o su yer yüzüne çıkar.''

Arthur Miller şaşırıp kalmış.''Nükleer patlamanın etkileri ne olacak?'' demiş.''Radyasyon,kitle ölümleri,lanetlenmiş bir toprak....''Ben orasına karışmam .''demiş adam.''O başka uzmanların alanına giriyor.Çaresini onlar bulsunlar.Ben su çıkarma uzmanıyım.

Bütünü göremeyen bir uzman,Çağımızın teknolojik uygarlığın bir belgesi.Tek bir konuda uzmanlaşan olaylar arasında sebep sonuç ilişkisi kuramayan Papağan gibi ezberlediği dalda en iyi, bütünü görmede sıfır olan teknolojik uzmanlar çağı.

20 yy.öncesi,böyle delice tek alanda uzmanlaşma tutkusu yoktu.Bütün çağlarda bilim ve sanat yakınlaşmış aynı kişilerde yüceltilmişti.Bilim adamları hem filozof hem şair olabiliyorlardı. Matematik,astronomi,mantık,fizik ile ilgilenip resimde yapabilyorlardı.Müzik aleti çalanlar şiir kitabı çıkaranlar vardı.Kısacası tüm bilim ve sanat dalları ile ilgilendikleri için çağımıza ışık tutmata devam ediyorlar hala.Çağımızın hastalığı iş bölümü, ne yazık ki insanlığı dumura uğratmış durumda hepimiz birer papağan olmuş yaşama kendi penceremizden bakmaya devam ediyoruz.Görülecek bir çok pencereyi ne yazık ki fark edemiyoruz.

21 yy.İş bölümü hastalığından kurtulma çağı olması umuduyla.

iyi ve kötü



Leonardo da Vinci 'Son Akşam Yemeği' isimli resmini yapmayı düşündüğünde büyük bir güçlükle karşılaştı... İyi'yi İsa'nın bedeninde, Kötü'yü de İsa'nın arkadaşı olan ve son akşam yemeğinde ona ihanet etmeye karar veren Yahuda'nın bedeninde tasvir etmek zorundaydı...

Resmi yarım bırakarak bu iki kişiye model olarak kullanabileceği birilerini aramaya başladı. Bir gün bir koronun verdiği konser sırasında, korodakilerden birinin İsa tasvirine çok uyduğunu fark etti. Onu poz vermesi için atölyesine davet etti, sayısız taslak ve eskiz çizdi.

Aradan 3 yıl geçti. 'Son Akşam Yemeği' neredeyse tamamlanmıştı, ancak Leonardo da Vinci henüz Yahuda için kullanacağı modeli bulamamıştı... Leonardo'nun çalıştığı kilisenin kardinali, resmi bir an önce bitirmesi için ressamı sıkıştırmaya başladı.

Günlerce aradıktan sonra Leonardo vaktinden önce yaşlanmış genç bir adam buldu. Paçavralar içindeki bu adam sarhoşluktan kendinden geçmiş bir durumda kaldırım kenarına yığılmıştı. Leonardo yardımcılarına adamı güçlükle de olsa kiliseye taşımalarını söyledi çünkü artık taslak çizecek zamanı kalmamıştı.

Kiliseye varınca yardımcılar adamı ayağa diktiler. Zavallı, başına gelenleri anlamamıştı.

Leonardo adamın yüzünde görülen inançsızlığı, günahı, bencilliği resme geçiriyordu...

Leonardo işini bitirdiğinde, o zamana kadar sarhoşluğun etkisinden kurtulmuş olan berduş gözlerini açtı ve bu harika duvar resmini gördü.

BŞaşkınlık ve hüzün dolu bir sesle şöyle dedi:
'Ben bu resmi daha önce gördüm...'
'Ne zaman?' diye sordu Leonardo da Vinci, o da şaşırmıştı.
'Üç yıl önce' dedi adam..
'Elimde avucumda olanı kaybetmeden önce. O sıralarda bir koroda şarkı söylüyordum, pek çok hayalim vardı, bir ressam beni İsa'nın yüzü için modellik yapmak üzere davet etmişti...'

İyi ve Kötü'nün yüzü aynıdır...
Her şey insanın yoluna ne zaman çıktıklarına bağlıdır...

Paulo Coelho
('Şeytan ve Genç Kadın'dan)

20 Haziran 2009 Cumartesi

Eşo Gelin & Nallı Fatma !





Abazan köy tosuncuklarının dudaktan öpmeye bile kalktıştığı, Yaşar Kemal'in romanlarına konu olmuş, Sevgi Soysal'in bir zamanlar yasaklanan Yürümek isimli kitabında detaylariyla anlattigi, Anadolu delikanlılarının ilk göz ağrısı eşeklerle seks bugünkü konumuz efendim.

Çetin Altan'a göre Cumhuriyet'tin kadın erkek ilişkilerini biraz normalleştirmesiyle, kırsal kesimdeki erkek çocukların ilk cinsel deneyimlerini, eşekle yapma geleneği biraz azaldı, Osmanlı da bu daha da yaygındı...

Bu arada hatırlatalım, seks shop zincirleri sahibi Tayfun Seyrekbasan'a ait mağazaların raflarında şişme eşek, hatta şişme keçi de bulunuyor! ve bakınız kendisi ne diyor;



"Halen kırsal kesimlerde erkekler, ilk cinsel ilişkisini hayvanlarla yaşıyor. Böyle bir toplumun sağlıklı bir cinsel hayatının olmasını bekleyemezsiniz. Biz insanları tedavi etmiyoruz, onların cinsel ihtiyaçlarını karşılıyoruz. Talep o kadar çok ki, Hakkâri'den Kars'tan bile müşterilerimiz var. Çoğu zaman ürün yetiştirmekte zorlanıyoruz" Güngör Karakuş'a verdiği bir röportajdan.

Konuyu kapatmadan önce, kendisini bu ülkede, en modern ama inançlı insanların okuduğu gazete sayan, Zaman gazetesinin bile "okurlarının, kadın sporcuların yarışma resimlerini cinsel öge kabul ettiği" gerekçesiyle, bayan sporcu resmi yayınlamadığını ekleyelim ve son paragraflar itiraf.com'dan gelsin efendim;


blueyarasa, Erkek, yaş 50, İstanbul.

Anadolu'nun bir köyünde büyüdüm. ortaokulda okurken bizden büyük abilerimizin bize öğrettiği "eşo gelin"lerle seks ihtiyacımızı giderirdik. abilerimiz kimin güzel eşeği var, kimin sıpası daha iyi bize ders verirlerdi. hiç unutmam; yusuf, güzel sıpasını bize satardı. biz de akşamları yusuf'un damı önünde sıraya girerdik. bir de arkadaşlarla kavga eder, küserdik. şimdi ellili yaşlara ulaşmışız. her köye gidişimde eşekleri görünce kendimden utanırım. Allah affetsin.
Sourİtiraf, Erkek, yaş 30, Ankara.

Ergenlik dönemimde köye gitmiştim. Aynı yaşlarda olduğumuz amcamın oğlu, tarlalara koyun otlatmaya gittiğimiz bir gün bana mastürbasyon yapıp yapmadığımı sordu. "Evet yapıyorum" dedim. Bu sefer de, "Peki boş mu yoksa dolu mu yapıyorsun?" diye sordu. Ne demek istediğini anlamadım. Ama bu konuda cahil olmadığımı göstermek için, "Dolu" diye cevap verdim. Üçüncü soru gelince ikinci soruya yanlış cevap verdiğimi anladım: "Peki neyle yapıyorsun?" "Nasıl yani?", "Anla oğlum işte. Hangi hayvanla yapıyorsun? Keçi? Eşek?"

İran'da durum ...
İran' da cinsel dürtülerini bastırmak isteyen erkeğin, devrim yasalarına göre ne yapacağından bahseden kısım tam bir traji-komedi.

Erkek, eğer bu duygularını bastıramıyorsa bir hayvanla cinsel ilişkiye girebilir. Yalnız, cinsel ilişkiye girdiği hayvanı (mesela tavuk ya da sığır) kendisi yiyemez, ailesine de yediremez, komşusuna da yediremez.

Komşusunun komşusuna vermeye cevaz vardır. Yani devrim erkeğin cinselliğini kontrol altına alarak kadınları koruduğu gibi, hayvanın etinin mundar olmaması için çözümü de ortaya koyuyor!...

desem ki / Cahit Sıtkı Tarancı


2 post aşağıda carpe diem yazısından ve can yücel şiirinden sonra aklıma Cahit Sıtkı geldi.
Ölümü düşünmekten yaşayamayan, 37 yaşında 35 yaş şiirini yazıp 46 yaşında ince hastalıktan vefat eden şiirimizin acı çeken ruhu....

ben her efkarlanıp
"Al getir ilk sevgilimi Beşiktaş'tan, yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan "
dediğimde 1 lira atsaydım bir kumbaraya, şimdi çalışmak zorunda değildim.


Desem ki....

desem ki vakitlerden bir nisan aksamidir,
rüzgârlarin en ferahlaticisi senden esiyor,
sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,
ormanlarin en kuytusunu sende gezmekteyim,
senden kopardim çiçeklerin en solmazini,
topraklarin en bereketlisini sende sürdüm,
sende tattim yemislerin cümlesini.

desem ki sen benim için,
hava kadar lâzim,
ekmek kadar mübarek,
su gibi aziz bir seysin;
nimettensin, nimettensin!
desem ki...
inan bana sevgilim inan,
evimde senliksin, bahçemde bahar;
ve soframda en eski sarap.
ben sende yasiyorum,
sen bende hüküm sürmektesin.
birak ben söyleyeyim güzelligini,
rüzgârlarla, nehirlerle, kuslarla beraber.
günlerden sonra bir gün,
sayet sesimi farkedemezsen,
rüzgârlarin, nehirlerin, kuslarin sesinden,
bil ki ölmüsüm.
fakat yine üzülme, müsterih ol;
kabirde böceklere ezberletirim güzelligini,
ve neden sonra
tekrar duydugun gün sesimi gökkubbede,
hatirla ki mahser günüdür
ortaliga düsmüsüm seni ariyorum.

Sahte Benlik !




Hayatta sürekli kırılganlık yaşayan çocuk, büyüdüğünde kendini ailesine adar, dışarıdaki ilişkilerini daraltır, böylece ailesini kendine bağımlı yaparak narsistlik bir doyum sağlar.

Ülkemiz bu tip insanlardan oluşan bir cennettir. Evlatlarına çok düşkün sahte benlikli bir kadın için mesela evlatları evden ayrıldığında hayat bitmiştir, suratından düşen bin parçadır artık onun, öfkeden yoluna alay çıksa çiğner, ordu çıksa ekin gibi biçer.

Bayramda gelin el öpmeye gelmedi diye hasta olup, aylarca yatan kayınvalideler, zekası düşük çocuğuna yüksek mektep tahsili yaptırmak için canını dişine takmış anneler,
bir erkeğe kölece bağlanmış kadınlar var;
yaşamlarını buna kaptırmış gidiyorlar.

Sahte benlikli yaşamlar toplumu katı ve kırık kırık hale getiriyor.


Tahir M. Ceylan

iyi insanlar hayatin tadini cikartir-Konfucyus


Arada bir, çok bunaldığınızda,hayatın sizin için çekilmez hale geldiğini düşündüğünüzde kendinize 10 dakika ayırın ve kendi cenaze töreninizi düşünün.

Bunları düşündüğünüzde dünyadaki yerinizi,dünyayı terkettiğinizde oluşacak boşluğu, sevdikleriniz ve sizi sevenler için öneminizi anlayacaksınız...Özellikle insanların sizin için neler söyleyeceklerini,onlar için ne ifade ettiğinizi hissetmeye çalışın...

O andan geriye dönme şansınız olmadığını, hayat denen kredinizin bittiğini ve onlara yanıt verme şansınız olmadığını düşünün...

Tekrar sarılma, bir kez daha öpme ihtimalinizin bittiğini hissedin...

Dünyadaki küslüklerin, ayrılıkların, kavgaların yanında bu acının ve geri dönülmezliğin korkunç çaresizliğini yaşayın...

Bırakın canınız yansın, bırakın alevler içinde kavrulsun tüm ruhunuz...

Orada, o musalla taşında düşünün kendinizi...Seyredin şu an çevrenizde olanların yüz ifadelerini...Akıllarından ve yüreklerinden geçen cümleleri hayal edin...

Can Dündar'ın bir yazısındaki alıntıdan alıntıdır.


minik bir şiir ile bitireyip , kaçayım huzurdan..

Fark etmeliyiz çok geç olmadan
Ömür dediğin üç gündür,
Dün geldi geçti, yarın meçhuldür.
O halde ömür dediğin bir gündür,
O da bugündür

Can Yücel

19 Haziran 2009 Cuma

çatal


kıç çatalı bu, muslukcuda olsan, golfde oynasan görünür.

roger federer

şimdiye kadar katıldığı tenis turnuvalarından kazandığı meblağ yaklaşık $50 milyon
bu da şimdiye kadar tenisten kazanılan en büyük para.
sponsorlar, reklamlar hariç...