12 Şubat 2010 Cuma

up in the air



Ryan’ın (george clooney) mesleği bildiğimiz meslek türlerinden epey farklıdır. hatta böyle bir mesleğin var olduğunu bile ben şahsen bu filmi izleyinceye kadar bilmiyordum.

ekonomik krizin en çok vurduğu ülkelerden biri olan amerika’da yüzlerce hatta binlerce kişiyi bir günde işten atacak olan dev firmalar, bu işi yapmak için birisini tutarlar. işte ryan bu işi yapanlardan biridir. onun işi insanlara işten kovulduğunu söylemek



ilk bakışta çok basit hatta anlamsız gibi gözüken bu işin asıl önemi, işten çıkartılan çalışanların, bu kötü haberi öğrendiklerinde gösterecekleri aşırı tepkileri önlemekte geçiyor. böylece işyerinin ödeyeceği olası tazminatların da önüne geçmek amaçlanıyor.

ryan, görevi icabı sürekli seyahat halinde olan biridir. on yıllardır böyle yaşamaktadır. evine gittiği nadir zamanlarda kendisini rahat hissetmez. havaalanlarıdır onun asıl yuvası.

sürekli uçuş halinde olmak, yaşamını buna göre şekillendirmesini gerektirmiştir.yerleşik bir hayatı olmamış, kalıcı dostları olmamış, uzun süreli ilişkiler yaşamamış, kısaca hiç kimseye ve hiçbir şeye bağlı olmamıştır. bundan gocunmuşluğu da yoktur. aksine evlilik, çoluk çocuğa karışma, hergün işe gidip gelme üzerine oturtulmuş bir hayattır ona aslı garip gelen.

bu monoton hayatı, uçuşları esnasında tanıştığı bir kadınla biraz renklenir. hatta hayatının gidişatını değiştirecek bir adım atmaya çok yaklaşmışken kaderin çok ağır bir tokadını yer. filmin, insanda tokat yemiş hissi bırakan bir sahnesidir bu.

işe yeni başlamış natalie ( anna kendrick ) , ryan’ın stajyeri olur. natalie işi öğrenme konusunda çok heveslidir, teknolojiyi de işiyle bağdaştırmaya çalışır.ancak bu durum ryan’ın hayatının hedefi olan on milyon mil uçma işini zorlaştırır.

natalie, ryan’ın hayat tarzını yadırgar.ona ailenin önemini benimsetmeye çalşır.

zaten film de aslolarak ailenin önemini kavratmak üzere kurulmuş gözüküyor. zira filmde işten çıkarılan herkesin ilk sözleri ‘’bunu karıma nasıl anlatacağım?’’, ‘’çocuklarıma nasıl bakacağım?’’.hepsi kendisinden önce ailesini düşünüyor.

bu arada bu sözleri sarfeden işten çıkarılmışların aslında oyuncu değil, gerçekten işlerinden çıkarılmış insanlar olması ve onlara ‘’işten çıkarıldığınızda neler hissettiğinizi karşınızdaki kameralara anlatır mısınız?’’ denmesi üzerine söyledikleri sözlerden oluşması filmin bu kısmını gerçekçi kılıyor.

ağır, sakin, kendi halinde ilerleyen filmde ryan’ın hayatının gidişatını sorgulamasını, sıcak bir aile ortamına sahip olmak ile alırım başımı giderim efeler gibi hey demek arasından hangisini seçeceğini izliyoruz.

az önce de belirttiğim gibi filmin bu kendi halinde ilerleyen sakin havası kimilerine sıkıcı gelebilir. özellikle liseli gençlerin film daha bitmeden sinemadan birer ikişer çıkması bunu kanıtlar nitelikte. gerçi bunu yadırgamamak gerek. daha iş hayatına atılmamış, işten çıkarılma stresi yaşamamış genç bünyelerin bu filmden zevk almasını beklemek haksızlık olur.bu anlamda up in the air (aklı havada)daha olgun, daha yetişkin insanlara hitap eden bir film.


Oscar şansı varmı hiç sanmıyorum ama çok güzel bir film.

Vega Farmiga ablamızı bu filme seçen prodüksiyon ekibine de bir oscar vermek lazım.

George abimizle kimyaları müthiş uymuş. İnsanın o yaşta olası geliyor. (George abimiz biraz yaşlanmış)

senaryo iyi ve farklı


Hiç yorum yok: